Halk 'Hasankeyf yok olmasın!' derken talan sürüyor, ama mücadele devam ediyor. TOKİ, Ilısu Barajı suları altında bırakılması planlanan Hasankeyf'i Raman Dağı eteklerinde kurmaya hazırlanırken, yeni Hasankeyf'in ilk etabının tamamlandığı haberleri de yayıldı. Jîn Ekolojik Yaşam Derneği talana dikkat çekmek için 12-16 Temmuz tarihleri arasında Hasankeyf’te bir permakültür atölyesi düzenlemişti. Aynı ekip 'Yeni Bir Hayat İçin Pedalla' sloganıyla 9-26 Ağustos tarihleri arasında Dersim’den Erbil’e bir bisiklet turu düzenleyecek. Katılımcılar yol boyunca kum ocakları, GDO’lu tohumlar, kimyasal ilaçlar, barajlar, petrol endüstrisi ve termik santrallerin çevreye verdiği zararlara tanıklık edecek, yolculuk Irak Kürdistan’ı Erbil’de son bulacak. Miraz Rûspî BirGün'e hem ne yapmak istediklerini hem de kollektifi anlatan bir mektup yazdı.
GÜNEŞ ORADA, TABİ RUHUMUZUN ASLI DA
Bu metni okurken içinde bulunduğunuz mekânı hatta elinizdeki gazeteyi unutun. Uçsuz bucaksız bir kumsalda oturduğunuzu hayal edin. Dalgaların size içinde mektup olan bir şişe taşıdığını düşünün. Metnin bundan sonra ki kısmı da her kumsala gidişinizde aklınızın köşesinden geçen o gizemli mesaja sayın. Her ne kadar mektubumuz sular altında bırakılıp yok edilmek istenen Kadim kent Hasankeyf’e yazılıp şişelenmişse de bir tür ‘SOS’ sinyalinden ya da imdat! Çığlığından fazlasını ‘Başka türlü bir dünyaya yeni bir yol bulmayı’ amaçlamakta.
İşte o yolun izini sürenlerden biri olarak üç ay önce farklı kentlerde ve ilçelerde oturan çatışmalardan yorulmuş politik söylemlerden bıkmış dünya insanlarıyla Hasankeyf’te bir araya geldim. Hararetli ve de aynı zamanda keyifli bir toplantı sonrası kurdu kuşu börtü böceği ekolojik canlılar diye kategorilendirmeyi insani bir hastalık olarak nitelendirdiğimizden yeni bir yaşam kurgusunun illaki bizi de çevreleyen ekoloji kavramıyla içermesi gerektiğine karar verip Eko-Jîn kolektifini kurduk. İlk toplantıyla sağlığımızı hijyen sektöründen koruyup kapitalizme karşı üç-beş kalemcik mal olsun evimizde üretip kendi ekolojik oyuğumuzu oluşturmak adına doğal deterjan atölyesini aynı anda yaptık. Toprağın havanın ve suyun insanlara sunduğu kapitalizm dışı sonsuz yaşam olanaklarını keşfetmeliydik. 12 temmuzda düzenleme kararı aldığımız Permakültür da kursu bu keşif yolculuğunun parçasıydı.
Kolektifin ilk kararlarından biri Permakültür kursu düzenlemekti. Bu kararın ardında iki önemli neden vardı. Birincisi; permakültür kavramını 1968’ de protesto mitingleri ve çatışmalardan sıkılıp düşlediği dünyayı kurmak için yeni bir yol arayışına giren Bill Mollison öğrencisi David Holmgrenle ile birlikte 1978’te yayınladığı ‘Permaculture One’ adlı kitabında duyurmuştu. Permakültür ‘permanent (kalıcı sürdürülebilir + agriculture (tarım) kelimelerinden türetilmişse de zamanla içinde kendine yeterli, istikrarlı, adil yaşam üreten ‘sürdürülebilir kültür’ anlayışına dönüştü. Permakültür öğretisi temelde doğayı gözlemleyerek model sistemler çıkarmayı hedefliyordu. Permakültür kavram acısından yeni olsa da doğayı model alarak çözüm üretme felsefesi kadim toplukların sosyal ekolojik sistemlerinde her zaman vardı. Dicle vadisindeki devasa kayalara, dış saldırılara karşı korunmak ve yeryüzünün ısısını kullanmak için on bin üzerinde mağara oymuş, kireç taşı üzerinde tarım yapmayı başarmış Hasankeyf ‘in halkları da doğa gözlemlerinden çözümler üreten halklardan biriydi. Eko-jîn olarak antik toplulukların yaşama becerilerini inceleyip kendi gözlemlerini ve deneyimleriyle harmanlayan, doğadan sistem model yaratma öğretisinin yüzyılımızdaki avatarının bilgilerine ihtiyacımız vardı.
Permakültür tekniklerini öğrenme isteğimizin ikinci nedeni Mollison küresel protestolara katılmak yerine öğrencileriyle beraber kendine yeten toplum tasarımıyla uğraşısına yöneltilen eleştirilere Küba’da 1992 yılında verdiği cevaptı. Küba 1990 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla en büyük Petrol ihracatçısını kaybetmişti. Ayrıca ABD sosyalist rejimin yıkılması için ambargoyu ağırlaştırmıştı. Küba’ya Petrol İhracatı durmuş, petrole dayalı sanayisi ve tarımı çökmüştü. Peso devülasyonlarla değer kaybına uğramış, ekonomi alt üst olmuştu. Kıtlık kapıdaydı. Hükümet bu sıkıntılı dönemi atlatmak için yeni bir yol denedi. Yeni Zelanda’dan Küba’ya getirdiği permakültür eğitmenleri aracılığıyla sürdürülebilir tarım akademileri açtı.. Küba halkları permakültür teknikleriyle balkonlarda ve parklarda yiyecek üreterek açlıktan sosyalist rejimse çökmekten kurtuldu. Ekonomik krizi aşıldı. Katılımcı ekonomi güçlendi. Bugün Havana’nın Permakültür sayesinde gıda ihtiyacının yüzde seksenini kent tarımıyla karşılamasıydı.
Endüstriyel ülkeler birinci dünya savaşında nitrojen bazlı bombadan türettikleri gübrelerle toprağa saldırdılar. İkinci dünya savaşında ise sinir gazından ürettikleri böcek öldürücü ilaçlarla tüm dünyaya karşı yeşil devrim adını verdikleri büyük bir savaş başlattılar. Bilinen tüm canlı türlerini tehdit eden soykırımcı savaşı hızla üçüncü dünya ülkeleri diye isimlendirdikleri topraklara yayıyorlar. Özellikle yaşadığımız coğrafyada süregelen çatışmalar ve savaşlar yüzünden Büyük Okyanusta ki Paskalya adası sakinleri gibi ( Bakınız Paskalya adası halkı: kabileler arası çatışmalar ve inşa ettikleri dini heykeller için adanın ağaçlarını keserek su döngüsünü kesintiye uğratmış adanın ve de kendilerinin ekolojik felaketine neden olan halk.) toptan bir yok oluşa sürüklendiğimizin farkındayız. Bu farkındalıkla ağustos ayında yapacağımız Dersim’den Hewler’e bisiklet yolculuğunun tanıtım yazısında bir barış yapılacaksa bu barışın savaşlarla zarar verdiğimiz canlı ve cansız tüm doğayla yapıldığında anlam kazanacağını vurguladık. Doğanın milyonlarca yılda oluşturduğu sistemi doğanın yardımıyla korumak aynı zamanda adını tam olarak koyamadığımız başka türlü bir yaşamı inşa etmek istiyoruz.
Biliyorum aranızda hala hayali şişemizden kesinliği tartışılmaz bir çözüm önerisi ya da şifreli bir cevap bekleyenler var. Ne yazık ki yüzyılımızda ne şişelerin içine bana yardım edin diye notlar yazan Robinsonlar ne de şişeden çıktığı an tüm sorunlarımı çözecek cinler var. Sadece yeni yollar, yol arayışçılar var. Permakültür bu yollardan biri. Ya da yerel tohum takası konusunda uzman olan Fatma Can ve Permakültür hocamız Emet Değirmenciyle birlikte deneyimlerimiz paylaşmak ve dayanışmak için konuk olduğumuz Şikefta köyünün üretmenin ve yaratmanın ne olduğunu iyi bilen muhtarın dediği gibi:
Köyümüz sular altında kalmasın diye çok caba harcadık . Koca devlet baş etmek zor. Mücadeleyi bırakmamak gerekiyor ama belki bizi yenecekler bu zar zor yetiştirdiğimiz ağaçlar, ellerimizle inşa ettiğimiz evler sular altında kalacak. İşte o gün şu tepenin üzerinde yeniden toprağa sarılacağız. Bu köyden de güzel bir köy kuracağız. Diye bilme becerisini kazanmak.
Eko-Jîn Kollektifinden
Miraz Rûspî
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder