Sayfalar

8.08.2013

Ekoloji hareketinin Kürdistanî rengi: Eko Jîn (Firatnews röportajı)

Eko Jîn Kolektifi, 9-26 Ağustos tarihleri arasında Dersim'den Hewler'e bisiklet turu düzenliyor. 
Kendilerini “Ekolojik hareketin Kurdistani rengi” olarak tanımlayan Kolektif üyeleri, bu bisiklet turuyla Kürdistan’daki doğa katliamlarını görünür kılmak, ekolojik tahribatları kayıt altına almak, yolculuk sonunda ise ekolojik yıkımları içeren interaktif bir harita oluşturmayı amaçlıyor.
"Çevrecilik gibi içeriği boşaltılıp daraltılmış bir kavramla ifade etmekten ziyade ekolojist" olduklarını söyleyen Kolektif üyeleri, savaşın yakıcılığında görünmez kılınan ekolojik sorunları gündem yapmada iddialı. Kürdistan'da yapımı süren HES'leri devlet egemenliğinin mührü olarak gören Kolektif üyeleri, "devletler bizi enerjiye bağımlı kıldıktan sonra da enerjinin elimizden gitmesi korkusuyla bir takım açgözlü politikalara mecbur bırakıyorlar bundan kurtulmanın tek yolu enerji politikalarımızın değişmesi ve enerjiyle ilişkimizin tekrar gözden geçirilmesidir" diyor. Barajların HES’lerin bir amacının da "insanları iyi kontrol edebilecekleri kentlere sürmek" olduğunu söylüyorlar. 
Eko Jîn Kolektifiyle ekolojiyi, doğa katliamlarına karşı duyarlılığı, Kürdistan’daki ekolojik tahribatları, permakültürü ve bisiklet turunu konuştuk. 
Eko Jîn farklı doğa dernekleri, çevrecilerden oluşan bir kolektif. Kolektifin adıyla başlarsak, çalışma sahanız Kürdistan mı?
Zerdesh: Eko-Jîn kolektifi yeni bir hayat, yeni bir örgütlenme mümkün diyen bireylerin ve derneklerin bir araya gelmesiyle oluştu. Zamanla farklı seslerin kendisini ifade edep fikir alışverişi yapacağı ve yaşamımıza yönelik pratik çözümleri doğrudan hayata geçirmeyi amaçlayan bir platforma dönüştü. Evet, ismimizin de ipucu verdiği gibi çoğunluğumuz Kürt. Genelde Kürt illerinde ve Kürt göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde olsak da bize destek veren ve beraber hareket ettiğimiz çok sayıda Türkiyeli bileşenimiz ve başka ülkelerden ve halklardan arkadaşlarımız var. Zamanla renkliliğimizi arttırmayı da istiyoruz. Gezi eylemindeki bir sloganda belirttiğimiz gibi; biz insanlığın yeryüzünün çocukları olduğuna inanıyoruz. Kültürel renkliliklerimizin de annemizin bize bıraktığı en önemli mirasımız olduğuna inanıyoruz. Eko-Jîn dünya ekolojik hareketinin Kurdistani renklerinden birisi.
KÜRDİSTAN EKOLOJİ KONUSUNDA AVANTAJLI
Kürdistan’ın ekoloji konusunda bir takım avantaj ve dezavantajlara sahip olduğunu düşünüyoruz. Ekoloji hareketinin genel seyrine baktığımızda sanayi toplumunun yıkımını yaşayanların sanayinin toplumda ve bireyde yarattığı tahribatı fark eden aydın ve aktivistlerin başlattığı bir hareket olduğunu görüyoruz. Kürdistan bu açıdan henüz sanayi toplumu ilişkilerinin kontrolü tam olarak ele geçirebilmiş olduğu bir coğrafya değil. İnsanlar günlük hayatlarında birbirleriyle organik ilişkiler içerisinde. Doğayla kurulan bu yalın ilişki bizlere ekoloji alanında ilerleme kaydedebilmek için çok uygun bir zemin sağlıyor. Eko-Jîn bu noktada dünya ekolojik hareketinin bilgi birikimini ve kazanımlarını doğayla ilişkisini koparmamış toplumumuza aktarmayı  ve toplumumuzun yıllardan beri getirdiği geleneksel yöntemleri de dünya bilgi havuzuna aktarmayı öncelikli bir görev biliyor.
Ferat: Eko-Jîn için ‘ekolojik ve özgürlükçü yaşam alanları için yıllardır arayış içerisinde bulunan bireylerden oluşan bir kolektif’ diyebiliriz. Eko-Jîn oluşmadan önce de ekolojik ve özgür yaşama dair çabalarımız vardı. Türkiye’de bulunan eko-köy girişimlerinden tutun da otonomlarını, komünlerini oluşturmaya çabalayan, kendi dünyasını küçük de olsa değiştirip dönüştürmeye çalışan bireyler olarak neler yapabiliriz diye tartışıyor, yaşama yönelik çözümler arayan bir yapının eksikliğini hissediyorduk. Ayrıca yıllarca Kürdistan’da yaşayan bireyler olarak daha çok İstanbul veya batı eksenli bireyler ve gruplar ile ilişki içerisindeydik. Bu ilişkiler yaşadığımız coğrafyayı değiştirip dönüştürmek için eksik kalıyordu, başka bir deyişle taşıma suyu ile değirmen dönmüyordu.  Çabalarımızın yaşadığımız yer eksenli olması gerekiyordu, ‘dünyayı değiştiremiyorsak bile kendi dünyamızı değiştirmeliyiz’ dedik ve Eko-Jîn Kolektifi ortaya çıktı.
Miraz: Jîn ekoloji derneği Mayıs ayında kuruldu. Eko-jîn oluşum tarihi ise daha yeni Diyarbakır Bisikletçiler Derneği, DİBİDOSK, Diyarbakır Ağaçlandırma Derneği, Diyarbakır Tiyatro ve Sanatçılar Derneği, Bismil, Nusaybin, İstanbul, Batman’daki bağımsız ekolojistlerin bir araya gelmesiyle kolektifleşen ve oluşumunu devam ettiren bir yapı.
Eko-Jîn’i oluşturan bireyleri çevrecilik gibi içeriği boşaltılıp daraltılmış bir kavramla ifade etmekten ziyade ekolojist diye tanımlayabiliriz. Ekoloji Yunanca ev anlamına gelen ‘oikos’ ile bilim anlamına gelen ‘logos’ kelimesinden türetilmiş bir kavram. Dünya diğer canlılarla bizim ortak evimiz. Biz bu evde yaşamı paylaştığımız diğer canlılarla ortaklaşmak, dayanışmak, bir arada yaşamak becerisinde uzmanlaşmak istiyoruz.  Hiyerarşik ilişkilerin, tahakkümün olmadığı bir yaşam için çaba harcıyoruz. Zerdeşt’in de belirttiği gibi bizler yeryüzünün çocuklarıyız. Ama Kürdistan’da yaşadığımıza göre bizler de doğa talanına karşı yaşadığımız topraklarda direnmeli, yeni bir yaşam kurgusunda yaşamımıza çevremize uygulayarak ilerlemeliyiz.
SAVAŞIN YAKICILIĞI EKOLOJİK SORUNLARI GÖRÜNMEZ KILIYOR
Hem Türkiye’de hem Kürdistan’da doğa katliamlarına çevre sorunlarına duyarlılığı nasıl görüyorsunuz?
Ferat: Türkiye ve Kürdistan’da doğa katliamlarına karşı yeterli bir tepkisellik olduğunu söylemek zor. Karadeniz bölgesinde Karadeniz İsyandadır grubu oradaki Hidro elektrik santrallerine karşı aktif bir şekilde çalışıyor. Bazı bölgelerde HES çalışmaları askıya alındı. Geçmişte Bergama köylüleri altın madenlerine karşı mücadele yürüttü ve kısmen başarılı oldular. Bu deneyimler ve en son Gezi Parkı direnişi halkın, bireylerin yaşadığı toprağa duyarlı olmasıyla sonuç alınabileceğini gösteriyor.
Kürdistan’da  Dersim halkının HES’lere karşı duyarlılığı ve eylemlilikleri var. Fakat şu anda Bingöl, Kozluk, Şırnak ve Hakkari’de onlarca Hidroelektrik santral çalışması var ve kimse bu santrallerin tahribatı konusunda bilgi ve tutum sahibi değil.  Kürdistan’da HES’ler dışında toplum olarak tarımda kullanılan kimyasal  ilaçlardan tutalım, aşırı sulamaya, anız yakmaya, yaban hayatı yok etmeye yönelik birçok sorunla karşı karşıyayız. Bu sorunların bir sorumlusunun da bizler olduğunu yadsımamalıyız. Mücadelemiz biraz da bizim  kendimizle olacak.
Kürdistan’da doğa katliamları daha çok iktidarların eliyle gerçekleştiriliyor. Savaşın yakıcılığı ekolojik sorunları görünmez kılıyor. Hatta savaş varken ve insanlar ölürken ekolojik sorunlar, hayvan hakları ile ilgilenmenin komik olduğunu savunanlar var. Şunu gözardı etmemek gerekir ki yaşadığımız doğaya,  hayvanlara zarar verenler ve tepki görmeyenler insanlara da istedikleri haksızlığı rahatça yapma hakkı bulurlar kendilerinde.
Barış: Ne Türkiye’de ne de  Kürdistan’da yeterli şekilde ekolojik duyarlılığın var olduğuna inanmıyorum. Bu durumun en önemli sebeplerinden bir savaş. Çünkü savaş doğayı yok ederken insanların bilinçaltına yaşama önceliğini dayatıyor. İnsanların önceliği yaşam kaygısına dönüşmüş. Eko Jîn biraz da bu ihtiyaçtan ortaya çıktı. Bizler savaşın tahrip ettiği sosyo-ekolojik yaşamı tamir etmenin gerekliliğini vurgularken ekolojik bir yaşamın gerekliliğini savunmaktayız.
Miraz: 2008 yılında çok üyeli ve tanınan bir doğa platformuna ‘Şırnak’ta asker orman yakıyor lütfen bir şeyler yapın’ diye yazdığımda üniversitede profesör unvanıyla dolaşan biri, asker yakıyorsa ısınmak için yakmıyor ya! diye cevap yazmıştı. Ayrıca siyasal iktidar için de, ekolojik yıkım Dersim dağlarını altın madenleriyle verimsizleştirmek, Dersim kent merkezini bataklığa dönüştürmek ya da Bismil’den Ilısu Köyüne kadar ki dört ildeki kadim vadileri insandan arındırmak için kullanılan bir tür silah. Kürdistan içinse topraklarının sömürülmesine karşı ekoloji bir tür savunma alanı. Oysa ekoloji yaşamın kendisidir. Bize böylesi bir yapıyı doğaya karşı hissettiğimiz sorumluğun yanı sıra yaşamımızı dönüştürme olan ihtiyacımız dayattı.    
GEZİ İLE KÜRDİSTAN’A DAİR MANİPÜLASYONDA KIRILMA YAŞANDI
Gezi direnişinin başlangıcı doğa katliamıyla ilgiliydi. Ancak zamanla farklı başlıklarda itirazları redleri isyanları da içeren büyük bir toplumsal harekete dönüştü. Türkiye ve Kürdistan’da buna benzer doğa katliamları var. HES ve barajlar var. Buna karşı tepkiler neden cılız?
Zerdesh: Evet Gezi hareketi bir doğa katliamına karşı başladı fakat olayın büyümesinin arkasındaki dinamik toplumun baskıya ve şekle sokulmaya karşı vermiş olduğu bir tepkiydi. Bu kadar insancıl bir isteğin bile sertçe bastırılması bardağı taşıran son damla oldu. Gezi olayı hala üzerinde çok tartışılan ve sonuca bağlanamamış bir takım farklı dinamiğin bir araya gelmesiyle ortaya çıktı.  Biz ilk gününden beri Gezideydik ve çadırımızda birçok farklı kültürden insanın bir araya geldiği çok renkli bir çadırdı. Hatta Gezi olaylarının simge sloganlarından bir kaçını biz bulduk. (ez kim em çapulcinem, yeryüzünün çocukları kimsenin askeri değildir gibi)
Türkiye kamuoyu sadece Kürdistan’daki çevre katliamları değil Kürdistan’la ilgili birçok konuda yeterince duyarlılık göstermiyor. Ama şu gerçeği unutmamak gerekir ki Türkiye’de uzun yıllar bir manipülasyon uygulandı.
Aykırı sesler kesildiği için Türkiye kamuoyu sadece manipülatif bilgilere maruz bırakılmış durumda. Gezi olaylarının toplumun bir kısmında Kürtler ve Kürdistan hakkında bir bilinçlenme sağlayacağını birçok kişi öngörebiliyor. Özellikle medyanın Gezi olayları sırasındaki tavrı daha önce Kürdistan’daki gerçeklerin nasıl gizlendiği konusunda maskeleri düşürdü. Ayrıca "terörist" ya da " çapulcu" olmanın o kadar da zor olmadığı, bir gecede insanın böyle ilan edilebildiği de anlaşıldı. Bir diğer konu Türkiye de "kutsal devlet"le sorun yaşamamış neredeyse hiçbir sosyal ve kültürel grup kalmadı.
Bundan sonra birbirimizin varoluşuna saygı göstererek birlikte neler yapacağımızı planlamak çok daha yapıcı bir tavır olacaktır.
HES’LER DEVLET EGEMENLİĞİNİN MÜHRÜ
Çözüm sürecinde birçok talep var. Bunlardan biri de Kürdistan’daki baraj ve HES’lerin yapımının durdurulması. Bunların gerçekten enerji ihtiyacı nedeniyle yapıldığını düşünüyor musunuz?
Zerdesh: Sadece Kürdistan’da değil Türkiye’nin her yerinde yapılması planlanan HES’ler durdurulmalı ve iptal edilmelidir. Ayrıca Kürdistan’da insanı yaşadığı yere yabancı hissettiren Kalekol inşaatları derhal durdurulmalıdır. Bunun vahametini anlayamayan insanlara fırsat bulabilirlerse o Kalekolları gören bir yere gidip bir süre zaman geçirmelerini tavsiye ediyoruz. Psikolojilerine yaptığı etkiyi yerinde gözlemleme şansına sahip olacaklardır. Birde kendilerinin orada sürekli yaşadığını hayal etsinler.  HES konusuna dönecek olursak bu inşaatların arkasında suyu denetlemek ve gerillaların güzergâhlarında engeller oluşturmak gibi bir takım başka nedenler sıralanmaktadır. Fantastik devlet aklının neler hayal edebileceğini kestirmek zor fakat bize sundukları enerji ihtiyacı bahanesi bunların içinde en gerçeküstü olanı. Konudan anlayan birçok uzman HES’lerin yaratacağı ekonomik zararın enerji üretimiyle elde edilecek ekonomik girdinin çok üstünde olduğunu ifade ediyor. Bu da bizi modern dünyanın en büyük açmazlarından birine getiriyor; devletler bizi enerjiye bağımlı ettikten sonra da enerjinin elimizden gitmesi korkusuyla bir takım açgözlü politikalara mecbur bırakıyorlar bundan kurtulmanın tek yolu enerji politikalarımızın değişmesi ve enerjiyle ilişkimizin tekrar gözden geçirilmesidir.
Ferat: Gözardı edilmemesi gereken konu insanın doğaya tahakküm etmesiyle ilişkilidir. İnsanın insan üzerindeki tahakkümü beraberinde insanın doğa üzerindeki tahakkümünü getirir.  Bölgede toplum üzerinde var olan devlet tahakkümü beraberinde doğa tahribatını da getiriyor. Yani devlet egemenliğinin ‘’mührü’’ diyebiliriz bu HES’lere, kömür ve altın madenlerine...
Lokman: Öncelikle enerji talebini doğru tanımlamak gerekiyor. Kapitalist modernitenin kurgulayıp  dayattığı yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıklarının yarattığı enerji talebi ve devasa pazar, insanları bu talebin haklı ve kaçınılmaz olduğuna inandırıyor. Büyük enerji tekellerine derelerin kullanım hakkını 49 yıllığına kiralayanlar, dere yatağının beslediği canlıların yaşam hakkını yok sayıyorlar. Yapımına başlanan güvenlik barajlarıyla doğayı istedikleri gibi kullanabilecekleri bir cephanelik olarak görüyorlar. Kişinin kişi üzerindeki tahakkümü, kişinin doğaya olan tahakkümüne dayanıyor.
Barış: Barajların HES’lerin bir amacı da insanları iyi kontrol edebilecekleri kentlere sürmek. Örneğin Hasankeyf gibi dağınık ve merkezsiz ilçe yerine Raman dağının eteğine yapılan kent daha derli toplu karakol ve resmi daireler merkezli bir alan haline getiriliyor.
PERMAKÜLTÜR ELİT ÇEVRENİN DIŞINA ÇIKARILMALI
Permakültür atölyeleri düzenliyorsunuz. Nedir permakültür, buna dönük nasıl çalışmalarınız var?
Ferat: Permakültür; alanların yaşadığımız yeri gözlemleyerek doğa içerisinden çözümler geliştirerek tasarlanması diyebiliriz. Şehir bahçeciliği, balkon seracılığı, kurak bölgeler için tarım teknikleri, barınak, enerji vb.  konular ile ilgili sürdürülebilir yaşam tasarımı. Daha birçok başlık eklenebilir. Bizim permakültürde karar kılmamızın bir nedeni permakültürün uzun vadede kendi kendine yeten, organik tarımın yapıldığı, yoksullukla mücadele yöntemi olarak kullanılabilme potansiyelinin olmasıdır. Şu anda Küba’nın başkenti Havana kendi sebze ve meyve ihtiyacının %80’ini permakültür tasarımı ile elde etmektedir. Şunu belirtelim ki şu anda permakültür tasarımının dünyanın birçok alanında olduğu gibi Türkiye’de de parayla satın alınan bir noktaya gelmesi ve elitist bir sahiplenmenin olması rahatsızlık verici. Bizim amaçlarımızdan biri permakültürü elit çevrenin dışına çıkarmak. Yaşamımızda uygulama alanları oluşturma.
Miraz: Permakültürü demokratik ve politik sistemimize de uygulayabiliriz. Geçmişteki Kürt topluluklarını inceleyip yaşamımıza katkı sağlayabilecek kısımlarını hayatımıza doğru şekilde uygulamayı başarırsak, binlerce yıl devlete ihtiyaç duymadan kültürünü yaşatmayı başarmış, kendine özgü dayanışma ve hukuk kuralları olan, kimyasal madde kullanmadan ürün elde edip kendine yetebilen başka türlü bir toplum kurabiliriz.    
Barış: Ben tiyatrocuyum. Geleneksel Kürt tiyatrosu diye bir yapıdan söz edersek dengbejliği merkeze almak zorundayız. On yıldan beri dengbejlik hakkında çalışmalar yürütüyorum. Sosyal ekolojiyle ve permakültürle uğraşmaya başlayınca Dengbejlerin kılamlarında toplumumuzun yüzlerce yıl devletsiz ayakta kalmasının ipuçlarını keşfettim. Permakültürün ve sosyal ekolojinin bize anlattığı birçok bilgi toplumların yapısında ve elbetteki sözlü kültüründe gizli. Özellikle dengbej anlatılarında, çiroklarda dayanışma kültürü çok belirgin. Örneğin bir klamda Şerebûk’ten bahsedilir. Birkaç kişi bir sopanın ucuna bezler takıp kuklaya benzeterek şarkı söyleyip yiyecekler toplar, sonra yağmur duasına çıkılıp toplanan yiyecekler paylaşılır. Bugün yeryüzü sofralarına benzer bir şey.  Sonra Filite Quto klamında kıtlık zamanlarında Serhat’tan kervanla Bismil’e buğday almaya gidildiği anlatılır. O dönemlerde doğal tarımın bölgelere yettiğini ve takas ekonomisinin var olduğunu anlıyoruz.  Faqiye Teyran’ın doğayla iletişimi, hayvanlarla konuşması bize doğayla insan arasındaki ilişkiyi de anlatıyor. Benim için bu yol sosyo-ekolojik yapıyı ortaya çıkarmak için bir fırsat.
KÜRDİSTAN’DAKİ EKOLOJİK TAHRİBATLARI GÖSTERMEK İSTİYORUZ
Bisiklet turuna gelirsek neden böyle bir tur. Yol güzergahındaki kentler bilinçli bir tercih mi?
Zerdesh: Bir yolu bisikletle giderken o yolun bir parçası oluyorsun. Yolumuz ekolojik tahribatın yoğun olarak yapıldığı bölgelerden geçiyor. Yola çıkmaktaki amaçlarımızdan bir ekolojik tahribatlar kayıt altına almak, yolculuk sonunda ekolojik yıkımları içeren interaktif bir harita oluşturmayı düşünüyoruz.
Ferat: Bisiklet ile Mezopotamya’yı dolaşmak fikri daha önceden vardı. Bunun tüm Kürdistan’ı kapsayacak şekilde yapılması önerisi geldi. Biz turu salt eğlence olarak düşünmek yerine ekolojik yıkımları belgeleyecek, küçük de olsa farkındalık yaratabilecek etkinliklerle birlikte planlamaya karar verdik. Yerel tohumların takası, bisikletin yararlarına, yakılmış köylerin belgelenmesine, hidro elektrik santrallere vurgu yapmak, geçmişte ve günümüzde yapılan katliamları sembolik de olsa gündemleştirmek, ayrıca kent ve ülke sınırlarının böldüğü insanları bir araya getirip köprü vazifesi görmek için Amed Bisiklet Derneği, Amed Ağaçlandırma Derneği ile Dersim’den başlayıp, Roboski’yle sürdürüp, Halepçe’de sonlandırma şeklinde planladık. Fakat zamanın kısıtlı olması turu kısa tutmamıza neden oldu. Bu nedenle son durağı Hewlêr olarak belirledik. Sembolik bile olsa Halepçe’ye gidip kimyasal gazla katledilen Kürdistanlıları anmak istiyoruz.
Hakan: Ekolojik bir hayata adım atmak istiyorsak bisiklet  kullanarak ilk adımı atmış sayılırız. Bisiklet turunda doğadaki var olan enerjiyi tüketmemekle birlikte zararlı gaz salınımını azaltarak doğamıza sahip çıkmamız gerektiğine dikkat çekmek istiyoruz. Gelecek yıl için bütün Kürdistan bölgesini kapsayacak bir tur planlıyorduk ancak Eko Jîn Kolektifi kurulduktan sonra tur güzergahına ekolojik anlamda bakmamız gerektiğini fark ettik.
TOHUM TAKAS ŞENLİĞİ YAPACAĞIZ
Bisiklet turu esnasında bir de tohum takas etkinliği yapacaksınız. Anlatır mısınız
Ayşegül:  Son günlerde revaçta olan sloganı tekrarlayarak gireyim konuya ne yiyorsak oyuz. Bizse bugünlerde ne yediğimizi bilmiyoruz. 2006 yılında çıkarılan tohumculuk yasasıyla yerel tohum satan çiftçiye ilk etapta 10 bin lira para cezası üretici yerli tohum satmaya devam ettiği takdirde 5 yıla kadar hapis cezası öngörüyor. Bu şu demek; beş on yıl sonra bedenimize etkisini kesin olarak bilmediğimiz GDO’lu ve Hibrit tohumlara tutsak olacağız. Artan sağlık sorunları genetiği değiştirilmiş gıdaların ve Hibrit tohumların sağlığımız üzerindeki etkilerini göstermeye başladı bile. Ayrıca bu tohumlar kısır yani çiftçi sürekli olarak tohum tekellerine bağlı olmak zorunda ki bahsettiğimiz yiyeceğimiz yani petrolden daha stratejik bir ürün. İşin vahametini anlatmak için şöyle bir örnek verebilirim: Geçen yıllarda Hindistan’da tohum ve tarım ilacı şirketlerine borcunu ödeyemediği için on binin üzerinde çiftçi intihar etti. Tohum yasası çiftçiyi yok etmek demek. Ayrıca yiyecek çeşitliliğini bitirmek anlamına geliyor ki geçmişte pazarlarda gördüğümüz onlarca elma çeşidinin yerini iki cins elmaya bırakması bu konuda yeterli veri sağlıyor. Bu yasaya karşı tohum alıp satamayacağımız için evladiyelik tohumları saklamak ve korumak anlamında dünyada tohum takas şenlikleri yapılıyor. Biz de bisikletle gezici bir tohum takas şenliği yapacak bu konuda farkındalığı artırmaya çalışacağız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder